Eylül 18, 2011

bir hâl-i pür melal.

ruh halim iyice zıvanadan çıktı. uzun süreli bir depremin kağıt üzerinde bıraktığı izlere benziyor günden güne. hep ve hep başa dönüyoruz. küçükken hiç evden kaçmadığımdan olsa gerek bu kısılmışlık. kaçmak farklı, saklanmak farklı. ben kaçacağım yerde, giysi dolabımı boşaltıp onun içine saklandım küçükken. ondan bu korkaklık. yaşadığımızsa bir kısır döngü değilse ne?
yüküm ağır, tüm insanlara özür borcum var. batak ağır. yanlışları özenle seçerek yürümeye devam. "rakibime kaptırdığım vezir, ama ben farkında değilim." kıskanç bir insan olduğunu da öğrenmiş olduk.
dün bir nikaha gittim. damat tarafı olduğunu tahmin ettiğim birkaç teyze ve amca olay çıkardı. sebebini çözemedim. damat olayı yatıştırmaya çalıştı, gelin ağladı. içim buruldu, çok üzüldüm. ben bu olayı yarın unutucam, kavga edenler zaten çoktan unutmuşlardır. ama o iki insan hayatları boyunca hatırlayacak. yazık.
güzel şeyler de oluyor kafası bugün çok uzaklarda. o 'güzel şeyler', uzaklarda, hatta bazen çok yakında da, insanların acı çektiği gerçeğini değiştirmiyor. uzakta olan, hiç gelemezmiş gibi olan yaklaştıkça ve hayatımızla kesişmeye başladıkça çaresizliğin yükü giderek ağırlaşıyor.
çocukluğun sürreel dünyasını saymazsak, ölümü ilk görmemin üstünden bir yıldan fazla geçti. gerçek anlamda çaresizlikle ilk o zaman tanıştım. bir gün varken ertesi gün olmamak. daha fazla gerçek ve aynı zamanda gerçekdışı bir şey yok.
bugün de böyle.
anlatılanlarla hiç ilgisi yok ama çağrışımın olasılıkları sonsuz. madem sismograf metaforunu kullandık, iki sene öncesinin on altı şubatı'ndan gelsin de 'güzel bir şeyler' de yazılmış olsun bugün:

aşkın sismografını bağlayın
çılgınlaştı duygular
güneş manyak bir adama dönüştü

hadi şimdi yine başa dönelim çünkü ruh halim iyice zıvanadan çıktı.



Hiç yorum yok: