Aralık 30, 2011
sondan bir evvel. son derken?
Aralık 18, 2011
haftayı böyle noktalayalım.
aklımızı şişe diplerine ve yıldızlara dağıtalı oluyor. gördüğümüz nokta bir, ruhumuzda yatan en doğrusu can.
ve işte çok beklenen o nokta: .
Aralık 04, 2011
duştan korkmaya bir kala.
benim anlatacaklarım bu kadar.
Kasım 22, 2011
Kasım 15, 2011
metternich'in hülyalı dünyası.
(a belgian proverb)
hep o schlieffen planının parçası olan belgium bu. realpolitik çok önemli, o yüzden k ile yazılıyor. bismarck'a küçükken hep sandwich yedirmişler, biraz klostrofobik ondan. balkanlar zaten barut fıçısı (powder keg). ilk status ante bellum vaziyetini de, aix la chapel ile görüyoruz. scramble for africa wakka wakka ee o ee. ve no more terra incognita. her karış toprağa bayrağımızı diktik. geldiler. atlılar. atlı. at. bir verim-keyif grafiği çizesim var, bok gibi.
yine de paris'te bir öğle yemeğine hayır demem.
Kasım 09, 2011
şarkı işte.
and danced on tables
hotels, trains, and ships that sail
we swim with sharks
and fly with aeroplanes out of here
out of here.
Ekim 29, 2011
society.
Ekim 24, 2011
kum gibi.
her kelimesini içerilerde bir yerlerde hissettiğim. ne kadarı mümkünse, ona yakın. hem çıplak olmak benim suçum değil. yüzümüz kirli, kiminin az kiminin çok. bakakaldığımız, fanatikleştiğimiz, nefret ettiğimiz, görmezden geldiğimiz, acıdığımız, film gibi seyrettiğimiz, ah vah ettiğimiz, müstahak dediğimiz, insan ayırdığımız ve insanı insandan ayırdığımız her an o kire bulanıyoruz ki çamur dediğin temizdir aslında. onca kiri olsa olsa gözyaşları temizleyebilir. ondan ben bu gece martılara eşlik ediyorum. yıkanmak istiyorum derinlemesine, üstüm başım kan kokuyor. ne gördüm ne bildim sanki. hiç. o sayı bu sayı. her gün bir başkası. daha fazla sayı duymak istemiyorum, söylemeyin. saklayın ki, öğrenmediysem yoktur'un arkasına kayıtsızca sığınabileyim. ama yok, çıplaklığıma söz geçiremiyorum. ben nefretimi kendi içimden fitilliyorum, vücut boşluğumda adı konulmamış bir yerlerde kayboluyor. başımı otomobillerden çıkarmıyorum, bağırmıyorum, bağıramıyorum, kornaya da basmıyorum hiç. sadaka veremiyorum. kolay mı vicdan rahatlatmak. silemiyorum ki içimden nasıl sileyim. bir sembole onca anlam yüklemek ne kolay. kazdıkça kazınıyor. derine, daha derine. biraz öksürüğüm var ama öte yandan güçlüyüm ben, tutunabiliyorum. ciğerlerim, siz de sıkı tutunun. soluduğunuz havadan nefret ettiğinizi biliyorum ama zor zamanlar bunlar, bir gün unutacağız. şimdi çöplüğe gidiyorum. camlara çarpan martılara, ezilen kedilere, aç çocuklara, idam iğnelerine, patlayan bombalara, yıkılan evlere, sönen ışıklara inat rahat rahat uyumaya.
Ekim 10, 2011
midnight in paris.
filmi; olay örgüsünden, içeriğinden, oyuncularından tamamen bihaber bir şekilde, hakkında hiçbir eleştiri okumadan sadece woody allen filmi olduğunu bilerek izlemeye gittim. dolayısıyla böylesine beğenildiğinden de haberim yoktu, belki bu da eleştirel gözle bakmama epey yardımcı olmuştur. eğri oturup doğru konuşalım. doğru da oturabilirz fark etmez:
filmdeki pek çok şey gibi film de abartılmamış mı?
bir kere karakterler alabildiğine tek yönlü be old sport ne yapıcaz? bir ömür kadın-erkek ilişkilerini kurcalamakla geçti, hala pek de bir yere varabilmiş değiliz galiba. onu da bıraktım. o her şeyi bilen ukala adam, son zamanlarda gördüğüm açık ara en başarısız karakter.
karakterler üzerinden devam edeyim. zelda'yı gördük. bu arada burada epey bir spoiler mevcut sevgili okuyanlar, ona göre. işte zelda'yı gördük, aa ne tatlı. scott'u gördük. o da tatlı. hemingway zaten afedersin öküz gibi. picasso sapık. adriana afet. bir yerden sonra kayışlar koptu ama, sıkıcılaştı ünlüler geçidi. güzeller güzeli dali'ye bile methiye düzemiyorum şu an o derece.
hepsi bir kenara. değişmeyecek tek gerçek var. o da yumurtalara hala ihtiyacımız olduğu. benim adım alakasız.
Ekim 09, 2011
Ekim 05, 2011
bulutları beklerken.
bir ekim var yolda, havada yağmur kokusu. bir tohum ekiyoruz; uzun yağmurlar kökünü çürütebilir, yağmurlar sulayıp besleyebilir. bulutları bekliyorum.
Eylül 30, 2011
film ekimi.
blog aktiviteme son günlerde ara verdim, telafi edeyim diye listemi paylaşayım dedim:
1-yüz bin yıldır beklenen melankolia'nın cuma günkü son biletini cebren ve hile ile aldık galiba, ama bir taneye daha ihtiyacımız var. kısmete kaldı. ama melankolia için öldük. dirilip gelicez.
2-We Need to Talk About Kevin: Tilda Swinton'ı çok seviyoruz, o yüzden kevin hakkında konuşmak elzem.
3-A Dangerous Method: Bence mükemmel bir film olmayacak; ama Freud'u duyan geleceği için epey popüler. Cronenberg yine ne yapmış, izleyip göreceğiz kısmetse.
4- This is not a Film: "Madem anlatılabiliyor, film yapmaya ne gerek var?" bu kadar basit.
5-Café de Flore: jean-marc vallée'nin -o kim mi c.r.a.z.y'yi yönetmiş insan evladı- yeni filmi, tek sebebim bu.
6-Peki Şimdi Nereye?: Karamel'in yönetmeninden lübnanlı ablaları izlemece.
7-Acı Tatlı Tesadüfler: Klapisch'in işi benim nezdimde çok zor, Paris kadar iyi bir film olacak mı bilmiyorum. Umalım öyle olsun, içimiz bayram etsin.
Torrentable'lar:
Bisikletli Çocuk
Umut Limanı
Uyuyan Güzel
Restless
Başka Bir Dünya
ve diğerleri.
film ekenleriniz bol olsun.
sevgiler.
Eylül 18, 2011
bir hâl-i pür melal.
yüküm ağır, tüm insanlara özür borcum var. batak ağır. yanlışları özenle seçerek yürümeye devam. "rakibime kaptırdığım vezir, ama ben farkında değilim." kıskanç bir insan olduğunu da öğrenmiş olduk.
dün bir nikaha gittim. damat tarafı olduğunu tahmin ettiğim birkaç teyze ve amca olay çıkardı. sebebini çözemedim. damat olayı yatıştırmaya çalıştı, gelin ağladı. içim buruldu, çok üzüldüm. ben bu olayı yarın unutucam, kavga edenler zaten çoktan unutmuşlardır. ama o iki insan hayatları boyunca hatırlayacak. yazık.
güzel şeyler de oluyor kafası bugün çok uzaklarda. o 'güzel şeyler', uzaklarda, hatta bazen çok yakında da, insanların acı çektiği gerçeğini değiştirmiyor. uzakta olan, hiç gelemezmiş gibi olan yaklaştıkça ve hayatımızla kesişmeye başladıkça çaresizliğin yükü giderek ağırlaşıyor.
çocukluğun sürreel dünyasını saymazsak, ölümü ilk görmemin üstünden bir yıldan fazla geçti. gerçek anlamda çaresizlikle ilk o zaman tanıştım. bir gün varken ertesi gün olmamak. daha fazla gerçek ve aynı zamanda gerçekdışı bir şey yok.
bugün de böyle.
anlatılanlarla hiç ilgisi yok ama çağrışımın olasılıkları sonsuz. madem sismograf metaforunu kullandık, iki sene öncesinin on altı şubatı'ndan gelsin de 'güzel bir şeyler' de yazılmış olsun bugün:
aşkın sismografını bağlayın
çılgınlaştı duygular
güneş manyak bir adama dönüştü
hadi şimdi yine başa dönelim çünkü ruh halim iyice zıvanadan çıktı.
Eylül 17, 2011
eylül.
Eylül 14, 2011
mahur.
Eylül 11, 2011
-reklamlar-
bugün hayrına reklam işiyle ilgileniyorum . nitekim, şöyle bir blog var: mahalliamok.blogspot.com
blogumuz ilhamını malezya'ya özgü bir cinnet türü olan amok'tan aldı. biz de yerel cinnetimizin bir kısmını buraya kusucaz. bu arada, okumadıysanız stefan zweig'ın kaleme aldığı amok koşucusu isimli öyküyü cinnetle tavsiye ederim.
buttercup, her daim sizlerle.
-reklamlar bitti-
süpeer effem.
Eylül 09, 2011
beni birileri yakacaksa ille de sen yak.
Eylül 06, 2011
"yenilgi" böyle bir şey.
gezinirken şilili -evet ben de şilili olduğunu anımsayınca dehşete düştüm- ünlü sürrealist yönetmen alejandro jodorowsky'nin oğlu adan jodorowsky'nin çekmiş olduğu 2000 tarihli bir kısa filme denk geldim. baba jodorowski şu günlerde seksen iki yaşının sefasını sürüyor. son gördüğümde -ki o da şubat 2011 !f festival'deki söyleşisi- benden genç gözüküyordu. eminim hala öyledir. deli adama allah uzun ömürler versin. oğlu hakkında ise, babasının en ünlü filmlerinden yine !f'te gösterilen santa sangre'nin başrol oyuncusu olarak iyi bir iş çıkarmış olması haricinde pek bir bilgim yoktu. gelin görün ki, müzisyenlik ve yönetmenlik deneyimleri de varmış. bu paylaştığım filmi, babası mı çekmiş o mu çekmiş ayırt etmek güç elbette/maalesef, ama yine de güzel ve izlenesi. buyurun bakalım, echek (yenilgi).
Ağustos 31, 2011
mamoş ninni mamoş ninni.
müzik paylaşmaktan kendimi alamıyorum, biri beni durdursun. ya da durdurmasın ya bırak.
jehan barbur bana birkaç şey öğretti. şimdi bunları anlatacağım. öncelikle, dedi ki eğer çok güzel bir anı'n varsa bana dair ya da başka şeylere dair onu tekrarlamaya çalışmaktan mümkün surette kaçın. çünkü eğer böyle bir şeye kalkışırsan hiçbir zaman ilk seferki gibi olmaz ve ben anılarında güzel kalmak istiyorum, dedi bizzat geldi oturduk, konuştuk. daha açık konuşmak gerekirse birkaç ay arayla iki kez jehan barbur konserine gittim. birincinin güzelliğini burada anlatmam olanaksız. ama ikincinin ilki gibi büyüleyici olmayışının sebebi o kısa kızıl ve kıvırcık saçlı kadının saçlarının kızılının koyulmuş, kıvırcıklarının düzleşmesiydi belki de. çünkü o gün sesinde ne tutku vardı ne de karmaşa. ya da belki de sadece mamoş'u söylememişti.
mamoş bir elazığ türküsü. harputlu bekir hocanın, genç karısının onu mamoş adındaki delikanlıyla aldattığını öğrenince ikisini de vurmasının ardından yakılan ağıt. erkan oğur'un sesinden bildim, sevdim, tekrar tekrar dinledim. şimdi burada da en az onun kadar güzel olan jehan barbur yorumunu paylaşıyorum. iyi büyülenmeler.
bazı eller daha güzel ya da şilililerle.
(parantez içinde bir itirafla başlıyorum. ispanyolca'nın sadece ispanya'da konuşulmadığı gerçeğine artık tecahül-i ârif sanatıyla yaklaşmamalı ve güney amerika'yı artık bir orta dünya olarak görmemeliyim. yokmuş gibi ama güney amerika kıtası bu dünyada, evet.)
victor jara şilili bir müzisyen. ben küçükken şekli ve odamdaki siyasi haritadaki açık kahverengi rengi nedeniyle çubuk kraker dediğim şili. victor jara hem gitarına ve ülkesinin folk müziğine aşık, hem de bir devrimci. "nueva canción" (yeni şarkı) adında latin amerika'da ortaya çıkmış politik bir müzik hareketinin önemli bir temsilcisi. '73'teki Şili askeri darbesinde tutuklanıyor. bir daha gitar çalamaması için elleri kırılıyor ve elleri ibret olsun diye olayın gerçekleştiği Estadio Chile'nin (şili stadyumu'nun) tribünlerinin önüne asılıyor.
jara'nın o güzel ellerinden, her gün sevgilisi manuel'in çalıştığı fabrikaya doğru koşan amanda'nın şarkısı: te recuerdo, amanda. biz de seni hatırlıyoruz victor jara.
"La vida es eterna en cinco minutos."
bu taraftan,
.
konuyla ilgili olarak bir de, calexico isimli kötü bir şarkısını henüz duymadığım arizona kökenli biraz indie biraz country grubun victor jara's hands isimli bir şarkısı var.
"fences that fail and fall to the ground
bearing the fruit from jara's hands."
diyor. o da buradan, buyurun,
sevgilerle ve şilililerle.
Ağustos 30, 2011
kronos quartet muartet.
amerikalı demokrat ve idealist bir gazeteci olan i.f stone'un bir konuşmasından parçalar alıp ekleyip çıkarıp art arda getirip yaylılarla dahice uyumu sağlayan ekranları başında bizi izleyen scott johnson'a sevgilerimi gönderiyorum buradan. söylevler nasıl da müzikalite içerebiliyor, ne güzel de diyor, "we have to begin to enjoy the differences in the human family" diye loop'a alıp tekrar tekrar. on üç dakikalık birlikteliğin sonunda da şöyle bitiriyor: "is it necessary.. is it necessary ..is it necessary..to.. uh..have to repeat? ..is it necessary.. After two thousand years all the things you people read in Sunday school?" "How absentminded! How forgetful!" ne güzelsin. o kadar anlattım da internette hala bulamadım, vazgeçiyorum. elimden gelen tek şey, güzeller güzeli albüm kapağını paylaşmak:
şimdi başka bir şarkıdan bahsedicem yine kronos quartetin yaylılarından çıkma: o da benim daimi ve deruni aşkım misirlou yorumları. misirlou'da tuhaf bir şeyler var, kim çalsa söylese bayılıyorum. esasında mısırlı güzel bir ablaya olan aşkı anlatan bir yunan şarkısı. tabii pek çok halk şarkısının uğradığı akıbete o da uğruyor ve dilden dile geçip değişik yorumlar kazanıyor bazen tanınamaz hale bile geldiği oluyor. kısacası misirlou öyle bir şarkı ki, hem bir başka ebedi aşkım pulp fiction'ın soundrackinde çalıyor, hem "yaralı gönlüm" adıyla zeki müren'in seslendirdiği bir türkçe versiyona sahip, hem de aşağıda dinleyebileceğiniz başta da bahsettiğim çağdaş klasik müzik üstadları kronos dörtlüsü yorumu mevcut.
gece çıldırmama yoldaşlık eden müzikal zirveler karşısında saygıyla eğilmekten başka bir şey gelmez elimden.
sevgiyle kalın.
Ağustos 29, 2011
devrimin sesi uzaktan hoş gelir.
mesele iki: birkaç gündür benim de ciddi anlamda sinirlerimde oynayan tek başarısı her türlü haberi magazine etmede altın madalya kazanmak olan medyanın camilia vallejo'ya dair magazin soslu tatlı ve sevimli haberlerine cevap niteliğinde pınar öğünç'ün bugünkü yazısı içimi okumuş. teşekkür ediyorum. buradan sonrası biraz da bu yazıdan yola çıkarak söylendi.
erkekliğini öne çıkarıp ve bunun bir uzantısı olarak kadınları korunması gereken küçük ve tatlı nesneler olarak görüp ciddiye alamayan erkeklerle, dişiliğini öne çıkarıp bunun üzerinden kendine iyi kötü bir yer edinmeye çırpınan kadınlar -ki bunun ciddi bir feminizm boyutu da var- eşit derecede tiksindirici ve bu iki stereotipin birbirlerini tamamladığını düşünüyorum. bırakın erkekleri bir derdi olan kadınların hemcinsleri tarafından bile ciddiye alınamaması büyük bir sorun. feminist diskur da büyük ölçüde bu ciddiye alınamama sorunu nedeniyle çöküyor, çöktü. feminizmi bu kadar gülünç kılan ne oldu bilmiyorum. ama işte, "çok tatlılar." yapacak bir şey yok. tabii bu durum ve yukarıdaki olaydaki sıkıntı sadece türkiye ve türk medyasının içine düştüğü bir gaflet değil. iddia edildiğine göre, bolivyalı bir devlet adamının vallejo için, hepimiz ona aşığız, mealinde dar kafalı ucuz laflar etmesi durumun küresel boyuttaki vehametinin göstergesi. beyler o kız orada siz ona aşık olun diye çırpınmıyor, aşırı romantize etmek olmayacaksa kız devrim yapıyor, devrim hani sizin adını duyunca korku ve paranoyadan ne yapacağınızı şaşırdığınız, sayısını hiç bilemeyeceğimiz insanı katlettiğiniz, nicesini cezaevlerine yolladığınız devrim, uyanın.
meselesizsiniz: neyse bunları boşverelim şimdi de, tatilde omzuma bir ç dövmesi yaptırdım, çok güzel oldu. o da yakışıklı bir devrimciydi vesselam. mekanı cennet olsun.
m.
Ağustos 25, 2011
hier encore.
avant que d'exister
mes amis sont partis
et ne reviendront pas
par ma faute j'ai fait
le vide autour de moi
et j'ai gâché ma vie
et mes jeunes années
hier encore.
Ağustos 23, 2011
haftanın kelimeleri köşesi.
Ağustos 17, 2011
greenwhich book.
teknolojinin nimetlerinden faydalanırken whichbook diye bir siteye denk geldim. kazara okuyan falan olursa burayı girsin siteye bir baksın, değişik gözüküyor. benim ilgimi cezbetti. tavsiye ettiklerinin hiçbirinin adını duymamış oluşum hoşuma gitmedi ama sağlık olsun. buyrun buradan: http://www.whichbook.net
sevgiler.
mümkünse susayım.
alkhşkaf^&!%/!)!!?)(AKjhk=)1987bouojbyfa!)(/69asdişslmnbr(&(*?91. =))))))
hemen her şeye getirecek bir yorumu, söyleyecek bir sözü olan insanlar çok konuşuyorsunuz. konuşmaktan yorulmuyorsunuz. konuştuklarınızın en üstte benim konuştuğumdan bir farkı yok, espri yaptım bir de sonunda ama siz anlamadınız tabii. her an her yerde yaygara koparmaya meyilli, polemik aşığı insanlar, çok oluyorsunuz. ilgi odağı olabilmek için ileri geri konuşan, hiçbir surette altından kalkamayacağı büyüklükte ağır laflar eden şımarık insan, sen de çok oluyorsun. insan, safi ziyansın. inkarı siper etmişsin kendine, sürekli büyükleniyorsun. bazen gerçekliğinizden kuşkuya düşüyorum ya o kadar fazlasınız ki kendi gerçekliğimden utanıyorum.
tabii ben de internet dünyasında benim için ayrılmış bu alanı kirletmekten imtina etmiyorum şu an. her ne kadar bunu kimsenin gözüne sokmak gibi amaçlarım/eylemlerimin olmayışı içimi biraz olsun ferahlatsa da, bu kirliliğe katkıda bulunduğumu kabul etmemek kendini bilmezlik olur.
durmadan, yılmadan kirlilik üretiyoruz. sosyal medya "paylaşımları" -eskiden kurabiye falan paylaşırdık, şimdi ancak kurabiye yaptığımızın haberini paylaşıyoruz. tuhaf zamanlar.- ya da sosyal medyayı da geçtim; sadece anlamsız, içtenlik yoksunu selam ve naber'leri görünür kılıp boşluğa salsak, sıkışıklıktan sokakta yürüyemezdik heralde. şimdi bir de, diğer bütün o laf ebeliklerini ekleyiverin. dünyayı şöyle güzelce çalkalayın, ülke/vatan/ulus -ne derseniz deyin- kalıplarına dökün. ta-taaa! sindirimi zor bir yemek ama bakalım beğenecek misiniz, afiyet olacak mı? evet, böylelikle sosyal medyadan yemek tarifi paylaşımımı da gerçekleştirmiş oldum. bu gece rahatça uyuyabileceğim. ne diyordum?
insan, sen bir çocuksun. en güzel halin, bir yaşına gelene kadarki halindi. çok ağladın, çok güldün ama hiç konuşmadın. o zamandan beri de hiç büyümedin aslında sadece yaşamını sürdürmeyi öğrettiler sana. sonra da çocuk aklınla boyundan büyük işlere kalktın. çünkü sana boyunun uzadığını söylediler, ama onlar sana yalan söyledi. çünkü sen hala oyuncak bebeklerinle evcilik oynamaya çalışıyordun, fakat farkında olmadığın bir şey vardı ki o bebekler artık can taşıyordu. (burası climax, şimşekler çakıyor, gökyüzü aydınlanıyor. na na na naa!)
yeter. ben artık sessizlik istiyorum. konuşurken anlaşamadığımız ortada. konuşmadan anlaşmanın zamanı geldi. yemek için açsak ağzımızı sadece, öpüşmek için kıpırdatsak dudaklarımızı? tek bir çıtırtı olmasın. lütfen diyorum bak.
son olarak bir ibret hikayesiyle kirletmeye ara veriyorum. yakın zamanda kaldığım yerden devam ederim. konuşmakla lanetlenmişiz çünkü. lafı çok geçmişken, omo yalancının önde gidenisin, kirlenmek güzel falan değildir.
here comes the ibret: unutmayın sevgili insanlar, oh dae-su da "çok fazla konuşmuştu." -sessizlik- sonrasında ne olduğunu izlemiş olan bilir. -sessizlik- bu bir tehdit değildir, ama olsa güzel olurdu. bir daha düşündüm de epey güzel olurdu.
şimdi mümkünse susmak istiyorum.
bir de, ya ben aslında hepinizi çok seviyorum.
Ağustos 13, 2011
Ağustos 11, 2011
sabır ve sonuna dair.
tam da bugün "sabır" konusuna odaklanmışken ve sabrın sonunun selamet mi yoksa sefalet mi olacağını sorgulamaya vermişken kendimi, durduk yere karşıma konstantin simonov'un en ünlü şiiri, bekle beni 'nin ezginin günlüğü bestesi çıktı. bekle beni' nin yeri özel, çünkü bekle beni , üvercinka'nın kardeşi. şiirin kanı, mısra kardeşiler. bekle beni bir cevap üvercinka'ya.
bugün bir umut var içimde; ama geleceğe değil, şimdiye dair. ne kadar sürer, ya da hiç sürer mi bilmiyorum, ama umurumda değil. çünkü bugün bekleyebiliyorum.
o zaman sen de, laleli'den dünyaya giden tramvayda bekle beni.
üvercin k.
Ağustos 09, 2011
we need a revolution.
Ağustos 08, 2011
ahlaksızlık ya da?
Ağustos 07, 2011
the kinks - sunny afternoon
Ağustos 04, 2011
duygulu doğum günü mesajı.
Ağustos 03, 2011
love will come through.
şimdi bakıyorum da epey boş ve anlamsız kalmış burası, travis ee? love will come through ee? vs. hemen doldurayım, şimdi izleyenin de göreceği üzere klip on numara, bir de bu şarkıyı geçmiş zamanda a.f.ş. (19) çok aramıştı. ne bu ne bu ne bu x10 diye, sonra da bulduğunda küçük yaramaz pıtırcıklar gibi sevinmişti. ben de her duyduğumda onu anıyorum. londondon kuşuma selamlar olsun.
love will come through, indeed.
Ağustos 01, 2011
aylaklığa övgü ve tembellik hakkı.
i'm..
we are not crazy
we steal cars
because we're lazy
we are not risky
we are not bad
we burn down houses
just to make us sad
we are not famous
we break into hotels
we makeout in cars
then we set them alight
we die for pleasure
we kill for fun
we give you children
but we won't make you come
hug your sons
corkscrew your fingers
round our no-good tongues
yeniden merhaba dünya.
Temmuz 24, 2011
0'ın 6'nda 27 yaşı gözün.
Temmuz 21, 2011
egocan'a mektuplar-1
bir takım elbise ve birtakım sorular.
Temmuz 17, 2011
Temmuz 12, 2011
Temmuz 10, 2011
personality disorder test.
Disorder | Rating |
Paranoid: | Moderate |
Schizoid: | Moderate |
Schizotypal: | High |
Antisocial: | Low |
Borderline: | Very High |
Histrionic: | High |
Narcissistic: | High |
Avoidant: | Very High |
Dependent: | High |
Obsessive-Compulsive: | Low |
-- Personality Disorder Test -- -- Personality Disorder Information -- |
Temmuz 06, 2011
Temmuz 01, 2011
anadolu notları vol.1
Haziran 25, 2011
heading to the old-town.
Haziran 21, 2011
bu ülke'den notlar.
- gerçek entellektüel.
- slogan ilkelin ideolojisi.
- avrupa'nın yeni bir ihraç metaı.
- kitap.
- okumak üzerine.
- nakş-ı ber ab.
- sakson köleleri.
- öldürmeyeceksin.
- kutuplar.
- yogi ile komiser.
- ne yogi ne komiser.
- tagor.
- said nursî.
- 18.
- 28.
"sensiz giden trenler, ufuklarda kaybolan birer ümitnehir gibi akmıyor günler heraklit heraklit.zaman masal kuşlarına benziyor...abûs, kocaman, sâkit.ve gecelerialnında dolaşır biteviyekirli, soğuk pençeleri.yıldızları söndürülmüş fırtına,batan bir gemidesin,senden ne kalacak yarına!kıyılardan imdat isteyen sesin."