Temmuz 24, 2011

0'ın 6'nda 27 yaşı gözün.

"ankara'nın taşına bak,
gözlerimin yaşına bak."

türküsel bağlamından koparıp sadece bu iki dizeyi aldığımda çok fazla şey ifade etti. bu geziye hazır olduğumu sanıyordum; ama muhtemelen yanıldım. kesinlikle gitmek istemiyorum yarın, ama gideceğim. ve ankara'nın taşlarına bile baktığımda gözlerim yaşaracak. biletimiz kesildi. kaçış yok. morali yüksek tutma çabalarım sonuç verecek mi emin değilim; kızılay'ın ışıksız sokaklarına, bahçeli'nin boş barlarına baktıkça. hiç emin değilim. üzgünüm ve yarın ankara'ya gidiyorum.

bir kez daha çanta hazırlamak var ufukta, bu kez amy eşliğinde. huzur içinde yat amy.

bir garip yolcu.

Temmuz 21, 2011

sisyphus.

ps. gif olduğu için resme tıklamak gerekiyor.

egocan'a mektuplar-1

sevgili en güzel duyguların katili,

mutsuzken başkaları hep mutlu görünür ya, bugünkü ahval ve şerait dahilinde bir görünme'den daha fazlası söz konusu olan. başkaları adına mutlu olmak bu kadar zor olmamalıydı. nerede yanlış yapıyorsun. üstelik aynı başkaları zamanı geldiğinde -pek gelmez ama- senin adına mutlu olabiliyorken.
ilişkiler arası hiyerarşiler çok fazla can sıkıyor. iki insan arasında bile hakir görme, üstün görme, kıskanma, özenme-özendirme, acıma, kendini kabul ettirme vb. türevi ilişki baltaları bu denli fazlayken dünya barışı falan istemek gerçeklik sınırlarını aşıp ütopya seviyesinde konumlanıyor. kaldı ki, en büyük balta da, açık konuşalım yabancı yok, senden geliyor.
hatalarını görüp değiştirememek kadar kötüsü yok. bile bile lades her seferinde. çok sıkıldım senden. sen kim misin?

"asil bir yaradılışa sahip, iyi kalplidir. duygularını açığa vurmayı sevmez, asıl kendini rahatça ortaya koymaktansa acımasızca davranmayı seçer. ara sıra bu hastalık havasından kurtulur, ama öyle bile olsa, katı ve vahşi bir taş kalpliliği barındırır içinde, sanki iki kişiliği vardır. ara sıra korkunç iletişimsizdir: sürekli işi vardır sözde, ama bunlar oyalamadır, öyle zamanlarında tek şey yapmadan yatağında yatar. alaycı sayılmaz, yeterince zekası olmadığından değil kuşkusuz, sadece böyle önemsizliklere zaman ayırmaz da ondan. asla kendine söyleneni dinlemez. diğer insanların ilgilendikleri konulara hiç ilgi duymaz. bencildir ve belki de bu yaptığı doğrudur."

seni tanıyorum ama maktülün kim(ler)?

pek de sevgili olmayan the glitch mob'dan starve the ego, feed the soul sana gelsin, bu çile bitsin, kaç kırk gün oldu bak.

ps.vakit, dünyadaki insanların barcelona'ya gidenler ve gitmek isteyip gidemeyenler olarak ikiye ayrıldığı vakittir. barcelona kaşarlandı. artık en fazla flamenkonun izinde'deki gibi ispanya hayaliyle öldüğümden dolayı beş yıl italya'da yaşayabilirim, fazlasını bünyem almaz gibi geliyor.

sevgiye inanalım, sevgisiz kalmayalım.

ben de senin superegon, egoist.

bir takım elbise ve birtakım sorular.

iki kişiye bir rüya yeter.

farkında olmadan söylenip dakikalarca süren sessizliklere gebe olmuş sözlerden biri oldu bu da. hoşgelmiş. (bir diğeri için bkz. kanına ekmek doğramak.)
tekrar tekrar düşündürüp her düşünüşte yeniden etkilemek gibisi her kelime grubuna/cümleye kısmet olmaz, tıpkı etkileme'nin nesnesi olmanın da her insana kısmet olmadığı gibi. -bu işin nasip kısmet işi olmadığını ikimiz de biliyoruz, sanıyordum.- sonsuz sayıda kelimeleri yan yana getirerek sonsuz olasılıkta cümleler kurabiliriz. iki kötü kelime bir iyi kelime grubu yapar mı, yoksa sadece güçlü kelimeler başka güçlü kelimeleri bulunca mı çok güçlü kelime grupları oluştururlar. bu noktada kelimelerin güçlü ya da zayıf oluşu tamamen kişisel kanaatim olmak mecburiyetinde. malum etkileyicilik konusu zaten başlı başına sübjektif bir mesele. devam edelim, kan ve ekmek güçlüyken doğramak tek başına güçlü gelmiyor örneğin. ya da iki kişi o kadar güçlü görünmüyor, rüya çok sıradan ve suyu çıkmış geliyor ve buradaki güçlü kelime olarak görebileceğim sadece eylem, yani yetmek. (ama hiçbir zaman cümledeki kullanımı kadar yeterli değil.) buradan cümlenin güçlü oluşunun onu güçlü kılan kelime(ler)in cümledeki göreviyle yakın bir ilgisi olmadığı sonucunu çıkaralım. aynı zamanda sıradan (zayıf) kelimelerin yan yana gelmesiyle sıradışı (güçlü) anlatımlar yaratılabileceğini de söyleyelim. Buradaki yaratma mevzusu önemli, kelimesi geçmişken cümleleri yaratan biz miyiz, diyerek soru işaretlerine vesile olayım. oradan da meşhur soru'nun gelmesi kaçınılmaz, var olanı bir araya getirmek yaratmak mıdır? bu konuyu kendi başının çaresine bakmak üzere bir başına bırakıp birkaç adım geri giderek başka bir yola sapıyorum.

bir araya getirdiğimiz/yarattığımız cümleler bile sonsuz olabiliyorken kuramadıklarımız, söyleyemediklerimizin de varlığını düşününce safi düşünmenin sınırsızlığı sonsuzun karesine tekabül ediyor. peki, sonsuzun karesini alabilir miyiz sevgili Cebir? Çok güzel bir kafada olduğun için sen alıyorsun elbette; cebren alıyorsun gibime geliyor, ama hilelerini de çaktırmadığın için çürümüyorsun da.

bu da böyle bir kafa akımı oldu, ne dedim, diyebildim ben de emin olamadım. barthes'ın anlatılanların yapısal çözümlemesine giriş'ine giriş olarak okutulsun başka bir isteğim yok.

etkilendiğimiz sürece yaşıyoruz neticede.

ben mundarettin,
sevgiyle.

Temmuz 17, 2011

Temmuz 06, 2011

sola ve bana dair.

+ emekçiyiz, haklıyız, kazanacağız!
- merveyiz, haklıyız, kaybediyoruz.


104.

galiba aşk asıl kanun kaçağı.

ay ay spagetti ay!

Temmuz 01, 2011

anadolu notları vol.1

internet erişimimin kısıtlığından dolayı buraları öksüz bıraktım. haftalık bir özet yaparak telafi etmeye çalışacağım. şöyle ki,
*eskişehir çöl ortasında bir vaha. adam (büyükerşen) çöle deniz getirerek impossible is nothing'in türkçesi olmuş adeta.
*gördüğüm en "yapay ve/ama güzel şehir."


*zamanında doktorlar caddesi solcuların, hamam yolu da sağcıların mekanı olarak biliniyormuş. hamam yolunda dondurmamı yiyip doktorlarda çayımı içtim. mesaj kaygısı yok.
*çoğu yer birbirine yürüme mesafesinde olmasına rağmen, küçük ve sadece tek bir caddeden ibaret anadolu şehri kesinlikle değil. her şey yeni, temiz, bakımlı.
*porsuk yeşili güzel bir yeşil.
*gerçek bir fotoğraf makinesiyle bir kez daha gidile görüle, odunpazarı evlerine bilhassa önem gösterile. buraya da yazdım.
*barlar sokağı akar, ev dediğin darlar.
*küresel ısınma var; iç anadolu bölgesinde temmuz ayında sel yaşanıyorsa küresel ısınma gerçekten var.
*ciddi barmen potansiyeli olanlar mağazalarda çürümesin, yazık günah.


*favori mekan açık ara doktorlar caddesi adımlar kitabevi, kokusuna hasret kaldığım.
*çibörek(!) inanılmaz derecede yağlı ve zaman zaman tuzlu, hala abartıldığı kadar olmadığını düşünüyorum.
*istanbul'daki sahaflardan kitap almak bir kez daha yasak.
*yasakmeyve'nin otuz birinci sayısının sahafta mevcut üç sayıdan biri oluşunu mukadderat deyip geçebilir miyim bilemiyorum.
*en büyük heyecanım yemin kriziydi. başta kemal, bütün şovculara selam olsun.
*beklentiler yine beklendiği gibi çıkmadı. (bkz. birinci geleneksel ağaçkakan krizi)
*çay güzel bir içecektir, harareti de alır.
*uzunca bir süre kıyma ve hamur işi aramayacağım o kesin.
*günde yarım saat internetle de gayet iş görülüyorsa neden bu bağımlılık?
*dedikodudan gerçekten hazzetmiyorum. daralıyorum, içimdeki empatik "ağız tadıyla dedikodu"ya şiddetsiz karşı çıkıyor.


*on dört yaşındaki ergen kızların alış verişe çıkmaları mümkünse ergenlikten çıkmalarıyla orantılı şekilde artsın.
*saatler artık tıkırdamasın da uyku mümkün olsun.
*ve tabii istanbul'u daha az özleyemezmişim.

porsuk.