Eylül 30, 2011
film ekimi.
blog aktiviteme son günlerde ara verdim, telafi edeyim diye listemi paylaşayım dedim:
1-yüz bin yıldır beklenen melankolia'nın cuma günkü son biletini cebren ve hile ile aldık galiba, ama bir taneye daha ihtiyacımız var. kısmete kaldı. ama melankolia için öldük. dirilip gelicez.
2-We Need to Talk About Kevin: Tilda Swinton'ı çok seviyoruz, o yüzden kevin hakkında konuşmak elzem.
3-A Dangerous Method: Bence mükemmel bir film olmayacak; ama Freud'u duyan geleceği için epey popüler. Cronenberg yine ne yapmış, izleyip göreceğiz kısmetse.
4- This is not a Film: "Madem anlatılabiliyor, film yapmaya ne gerek var?" bu kadar basit.
5-Café de Flore: jean-marc vallée'nin -o kim mi c.r.a.z.y'yi yönetmiş insan evladı- yeni filmi, tek sebebim bu.
6-Peki Şimdi Nereye?: Karamel'in yönetmeninden lübnanlı ablaları izlemece.
7-Acı Tatlı Tesadüfler: Klapisch'in işi benim nezdimde çok zor, Paris kadar iyi bir film olacak mı bilmiyorum. Umalım öyle olsun, içimiz bayram etsin.
Torrentable'lar:
Bisikletli Çocuk
Umut Limanı
Uyuyan Güzel
Restless
Başka Bir Dünya
ve diğerleri.
film ekenleriniz bol olsun.
sevgiler.
Eylül 18, 2011
bir hâl-i pür melal.
yüküm ağır, tüm insanlara özür borcum var. batak ağır. yanlışları özenle seçerek yürümeye devam. "rakibime kaptırdığım vezir, ama ben farkında değilim." kıskanç bir insan olduğunu da öğrenmiş olduk.
dün bir nikaha gittim. damat tarafı olduğunu tahmin ettiğim birkaç teyze ve amca olay çıkardı. sebebini çözemedim. damat olayı yatıştırmaya çalıştı, gelin ağladı. içim buruldu, çok üzüldüm. ben bu olayı yarın unutucam, kavga edenler zaten çoktan unutmuşlardır. ama o iki insan hayatları boyunca hatırlayacak. yazık.
güzel şeyler de oluyor kafası bugün çok uzaklarda. o 'güzel şeyler', uzaklarda, hatta bazen çok yakında da, insanların acı çektiği gerçeğini değiştirmiyor. uzakta olan, hiç gelemezmiş gibi olan yaklaştıkça ve hayatımızla kesişmeye başladıkça çaresizliğin yükü giderek ağırlaşıyor.
çocukluğun sürreel dünyasını saymazsak, ölümü ilk görmemin üstünden bir yıldan fazla geçti. gerçek anlamda çaresizlikle ilk o zaman tanıştım. bir gün varken ertesi gün olmamak. daha fazla gerçek ve aynı zamanda gerçekdışı bir şey yok.
bugün de böyle.
anlatılanlarla hiç ilgisi yok ama çağrışımın olasılıkları sonsuz. madem sismograf metaforunu kullandık, iki sene öncesinin on altı şubatı'ndan gelsin de 'güzel bir şeyler' de yazılmış olsun bugün:
aşkın sismografını bağlayın
çılgınlaştı duygular
güneş manyak bir adama dönüştü
hadi şimdi yine başa dönelim çünkü ruh halim iyice zıvanadan çıktı.
Eylül 17, 2011
eylül.
Eylül 14, 2011
mahur.
Eylül 11, 2011
-reklamlar-
bugün hayrına reklam işiyle ilgileniyorum . nitekim, şöyle bir blog var: mahalliamok.blogspot.com
blogumuz ilhamını malezya'ya özgü bir cinnet türü olan amok'tan aldı. biz de yerel cinnetimizin bir kısmını buraya kusucaz. bu arada, okumadıysanız stefan zweig'ın kaleme aldığı amok koşucusu isimli öyküyü cinnetle tavsiye ederim.
buttercup, her daim sizlerle.
-reklamlar bitti-
süpeer effem.
Eylül 09, 2011
beni birileri yakacaksa ille de sen yak.
Eylül 06, 2011
"yenilgi" böyle bir şey.
gezinirken şilili -evet ben de şilili olduğunu anımsayınca dehşete düştüm- ünlü sürrealist yönetmen alejandro jodorowsky'nin oğlu adan jodorowsky'nin çekmiş olduğu 2000 tarihli bir kısa filme denk geldim. baba jodorowski şu günlerde seksen iki yaşının sefasını sürüyor. son gördüğümde -ki o da şubat 2011 !f festival'deki söyleşisi- benden genç gözüküyordu. eminim hala öyledir. deli adama allah uzun ömürler versin. oğlu hakkında ise, babasının en ünlü filmlerinden yine !f'te gösterilen santa sangre'nin başrol oyuncusu olarak iyi bir iş çıkarmış olması haricinde pek bir bilgim yoktu. gelin görün ki, müzisyenlik ve yönetmenlik deneyimleri de varmış. bu paylaştığım filmi, babası mı çekmiş o mu çekmiş ayırt etmek güç elbette/maalesef, ama yine de güzel ve izlenesi. buyurun bakalım, echek (yenilgi).