Ocak 31, 2012

lost in amsterdam.


arka planda hep parov stelar çalsın, şimdi bir öykü anlatacağım. öncelikle gözlerini kapa, kendini merkez garın oradan aşağı bırak. sol tarafındaki kırmızı ışıkları gördüğünde dur. çünkü, ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın.  oysa ben değişmedim. girip girmemekte özgürsün. kapalı perdelerin ardındakini düşünmeden daracık sokaklardan geç. mavi ışıkları yadırgama. seni canlı bir gösteriye çağıran insanlara şaşkın şaşkın bakma, her şey sana canlı bir gösteri gibi gelebilir, belli etme. tanımadığın insanlar bilmediğin konularda sana anlaşılmaz şeyler söyleyebilir, dahası adını telaffuz edemediğin bir shottan dolayı miden bulanabilir, kusabilirsin. bozuntuya verme, camın ardındaki kadına bak. ona bir özne gibi bak. onun seni görmediğine emin ol. eline eğreti bir sigara al. sonra ciğerlerinden biraz kayıp ver. aldığın yere bırak. durduğun ışıkları geç, dam meydanı'ndasın. kafanı kaldır ve o "şey"e bak, ne olduğunu bilmek, öğrenmek zorunda değilsin. sadece bak. karşıdan gelen tramvaya dikkat et, ezilmen an meselesi. doğru tramvay yolunu takip ettiğine emin ol, yoksa kendini çöl ortasında bir vahada rembrandt meydanında bulabilirsin. mini elbiseli ve topluklu kadınlar 23.50'de popüler bir gece kulübüne girmek için sıra bekliyor olacak, sen meydandaki heykel ile fotoğraf çektir. oradan sonrası imkansız. yine de buz kesen havada içinden armonika ve gitar sesleri gelen küçük bir bara rastgelebilirsin. içeri gir, soluklan ve bir belçika birası iç. oradan sonra spui'ye giden yolu bulacaksın. singel kanalı'nın diğer adı kayıp kanal. singel'i her gördüğünde kaybol, elinde harita olsa bile kaybol. ingiliz aksanıyla furthermore kelimesini kullanan dilenciye sorsan bile kaybol. leidseplein yolunu bulana dek bir şehir turu daha at. leidseplein evin gibi, ilk bildiğin tanıdığın yer. diğer adı, oh meydanı. ulaşınca bir oh çekiyorsun. bitmeyen bir dondurma al, çöp kutusunda kaybedene kadar bitireme. i amsterdam'ın önünde üstünde fotoğraf çektirmeyi sakın unutma. orada da pek çok kez türkçe sesler duy, şaşırma. her yerde tükçe konuşulduğunu duy, şaşırma. her sabah güne chloe ile başla, günün güzel geçebilir. her gün yağmurda ıslan, güneşin çıktığı tek gün ise kendine bir şemsiye al. arka planda hep parov stelar çalsın. anahtar kelimen: kayıp. amsterdam ise bir (k)ayıplar şehri. her sokak birbirine benziyor, her insan diğerine benziyor. all the souls are lying. bir şehir beni içine çekiyor. domuz tadında olmayan domuz kaburgaları gibi sınırsız kara bir delik sadece on avro. never felt secure. şimdi bir öykü anlatacağım. bittiğinde kulağın ağrıyor olacak.

Ocak 19, 2012

i amsterdam.

dört ay var. haftaya bugün, üç gün sonra bugün, yarın bu saatte diye diye nihayet son gece. müzik birazdan açılıp bavul doldurulmaya başlanacak. belki tutti frutti çalarız. sonra ver elini bize iyi yolculuklar. ^^

Ocak 18, 2012

no, it's for me.

2007 yılında en iyi yabancı film ödüllerini avucunda toplayan, ismi ağız dolusu söylenen das leben der anderen'i üç yıl önce saçma bir şekilde (derste) fransızca altyazıyla izlediğimde buradan girip şuradan çıkmıştı. (kulaklar ve gözler gösterilir.) dün akşamsa soğuk savaş kilidimin bir devamı niteliğinde adamakıllı oturunca başına hiç de öyle olmadığını şaşıra şaşıra fark ettim. 1984 yılında Doğu Berlin'de Stasi'nin bir oyun yazarının evini dinlemeye almasıyla başlıyor. Berlin Duvarı'nın yıkılmasına kadar olan süreç dinlemeye alınan bu ev, bir daktilo, bir aktrisin sanat hayatı, iyi bir adam için sonat üzerinden anlatılıyor. dramatik ironi çoğu zaman zirvede olduğundan filme müdahale etme isteği de epey fazla oluyor. ana karakterdeki keskin değişimin inandırıcılığı hakkında bir şeyler söylemek istesem de duruşunun ve son sahnedeki bakışının hatırına bundan vazgeçiyorum. bir de wiesler'i oynayan aktör film vizyona girdikten hemen sonra hayatını kaybetmiş. bu da bir başka şok oldu. aklıma il postino'nun mario ruoppolo'su geldi, aynısı o aktörün başına da gelmişti. hayat çok tuhafsın.

Ocak 16, 2012

yılın gecikmiş ilk yazısı.

istanbul gidişimden korktu. kar burada yağmıyorsa, kar yağan bir şehre gitmek istiyorum, tehdidimi ciddiye aldı. başka bir şey istesem olacakmış sanki. kaç gündür ateşler içinde kar diye sayıklamalarım boşuna değilmiş. saçlarımın uzaması da değildi daha evvelden. sayılı yerlerimden boynumu rahatsız etmeye başladı bile bahar gelmeden biraz kırpılsa fena olmaz, koyun misali.  ama şimdilik kar biraz daha yağabilir. saçlarıma aklar düşsün, ben yaşlanınca nasıl görüneceğimi kestirmeye çalışayım bir yandan. öte yandan geceler aydınlık olsun. mavi sürgün'deki sayılı güzel imgelerden biri, ölü doğan güneş imgesiydi. işte bu öyle bir gece ki, güneşi doğuracağım derken onu düşürecek gibi değil. günlerdir 8tracks.com'dan sakin karlı kış günü şarkıları dinlemeye çalışıyorum, aradığım seçkiyi bulamadım bir türlü, en sonunda ben yapacağım bir tane. ilk şarkısı siboney olan. siboney küba'da bir şehirmiş.-castronun devrim yaptığı soğuk savaş sırasında füze krizi çıkan küba, merve <3 soğuk savaş tireyi kapa- bu şarkı da 2046'da çalıyordu. biraz güzel. kar dolu günler geceler...