"hikayedeki vicdan azabı canlı bir varlıktı. yanılmıyorsam dört ayaklıydı. evet. daha önce iki ayaklıymış da, vicdan azabından dört ayak üzerinde sürünmeye başlamış."
yollara cam parçacıkları saça saça ilerliyorum. kim ya da ne olduğunu umursamadan önümdekinin, bir zift kamyonuymuşçasına ilerliyorum geçmişi katrana bulayarak. kollarım bacaklarım kopuyor, uslanmıyorum. tekrar koparılmak üzere yenilerini çıkarıyorum derhal. hiçbir şey olmamışçasına, değişmemişçesine yoluma devam etmeye çalışıyorum.
yaptıklarını affettim, demenin ne kadar zor ve çarpıcı olduğunu bildiğim halde, her şey affedilebilir sanıyorum hala çocuk kalmış aklımla. her şey geçer, telafi edilir ya da unutulur sanıyorum. zaman'a inanıyorum hala. hala bir şeyler umuyorum, bekliyorum. imkansız olana inanmayı reddediyorum. elimin tersiyle itiyorum onu, bencil ve zavallı dünyamda olmayana yer yok çünkü. her şeyi mümkün kılabileceğime, istesem elde edebileceğime dair çirkin bir inanç taşıyorum içimde bir yerlerde, çoğu zaman farkında bile olmadan. hep orada olduğunu bildiğim bir kötülük var, ne kadar ondan kurtulmak istesem o kadar yapışıyor ve yayılmaya devam ediyor.
kendimi bildim bileli itiyorum çevremdeki insanları, en çok da en sevdiklerimi. benim bildiklerimi onların da bildiğini, hissettiğini varsayıp ona göre davranıyorum her zaman. oysa o kadar bir başımıza'yız ki, her şeyi anlatmaya çalışmaya, göstermeye, kelimelere döküp söylemeye mahkumuz. tek iletişim kurma yolumuz bu çünkü. ve ben bu yorucu ve yıpratıcı aktiviteyi her defasında esirgiyorum sevdiklerimden. emek vermeden sevgilerini kazanmak istiyorum. en sorunlusu da bazen sevmeden sevilmek istiyorum sadece. hal böyle olunca da bir mağazanın en üst katında atılmayı bekleyen defolu bir mal gibi hissediyorum kendimi. defonun nerede olduğunu anlama çalışmalarım sonuç vermiyor. neyin eksik ya da neyin fazla olduğunu kestiremiyorum hiç. yeterince dışarıdan bakamıyor olmam muhtemel, hislerime açıklama getiremiyorum. sadece kötülüğümü içimde büyütüyorum, besliyorum onu dışa vurduğum nefretlerimle.
o kadar tiksintiyi, nefreti bir arada tutup yine de her şeyin güzel, yolunda ve mutlu bir şekilde ilerlemesini isteyebilecek kapasiteye erişmiş ikiyüzlülüğüm verdiğim/aldığım her darbede daha da belirginleşiyor, iflah olmaz hallere bürünüyor. utanç verici oluyor. olmayacak çelişkiler yaratıyor. biraz daha dürtsem içimdeki narı, bir anda bütün olumsuz duyguları hissedebilir miyim ki acaba. ona oynuyorum.
bir sil baştan tuşu yok hayatımda. yeni sayfalar açmakta öylesine beceriksizim ki öncekilerin mürekkebi illâ ki bulaşıyor temiz gözüyle baktıklarıma. bir kere girmiş olan hiçbir şeyi asla çıkaramıyorum tamamıyla, dahası bana da aynısının yapılmasını bekliyorum ve sorun da burada başlıyor. çünkü benim gurursuzluğum kişiliğimi bir eliyle süpürüp çöpe atarken, hayat benim bilmediğim ve anlayamadığım yollardan işlemeye devam ediyor. ve nasıl oluyorsa -olmamış gibi- olunmuyor, kalınan yerden devam edilemiyor, bir kere sekteye uğrayan kalpler yazık ki eskisi gibi çalışmıyor bir daha. kurguyu istediğimiz gibi yapamıyoruz. olduğun yerde oturup özlemek bir anda yapılması en makul olan şey halini alıveriyor anlamsızca. kendi alışık olduğum kalıplarda uzlaşmalar umarken elinden bir şey gelmeme hali de en kötüsü olsa gerek.
ne oldu? öpüşüp barışacak yaşı mı geçtik yoksa, ne değişti?
finish it, said izzi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder