
on tue un homme, on est un assasin. on tue des millions d'hommes, on est un conquérant. on les tue tous, on est Dieu.
marx'ın ve coca-cola'nın çocukları'yız. hangisi eksik hangisi fazla? bir gün az marx, çok coca-cola, diğer gün tam tersi. birimiz öyle birimiz böyle. amerikan yaşam tarzını seviyoruz, değil mi? konformizmin sıcak kolları bizi "rahat bırakmıyor" bir bakıma. her şeye rağmen, insan, vicdanlı bir varlıktır diyoruz ya vicdanımız içinde yaşadığımız şeye yabancılaşacak kadar rahatsızlık vermeye devam ediyor bize. farkında olma isteği hastalığına nereden tutulduysak artık günden güne zehirleniyoruz. farkındalık perdelerimizi kaldırıyor kaldırmasına, ama içeriye giren güneş ışığıyla birlikte bütün tozlar gözle görünür oluveriyor. güneş yokken de onların yine orada olduklarına inanmayı kabul edemiyoruz. yüz yılın en snob kelimesi farkındalık, derimizi soyuyor, bizi çırılçıplak koyup tüm dış etkilere açık bırakıyor. böylece, her şey daha da fazla "dokunuyor" kanımıza, yüreğimize. canımız yanıyor.
masculin féminin'e geri dönecek olursak; kadınlar var, erkekler ve sosyalizm var. vietnam savaşı'nın gölgesi, madeleine'nin küt saçlarına ve yumuşak sesine değmiyor. hayat, bir şekilde devam ediyor café'lerde. ya da kafe'slerde?
ujuun planlar, ropörtajvari sekanslar "godarstayla" derdik ya, ondan işte.
j'hésite. diyor madeleine, sinema ne kadar güzel.
m. as in f(émin)in.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder